Bozkır
Her şey ilkokulda gördüğü bir deniz kartpostalıyla başladı.
Memed ve Zeki. Amca çocukları, bozkırda bir ilçede…
Ben ve Memed ilkokul dörde gidiyorduk. Öğretmenimiz kasaba dönüşünde bize manzara kartpostalları getirmişti: Ağaçlar, kuşlar, dağlar ve deniz… İçinde yaşadığımız dünyayı daha iyi kavrayabilmemiz içinmiş. Memed daha o gün deniz kartpostalını eline alıp saatlerce gözünü alamadan bakakalmıştı.
“ Bu kadar çok su var mı dünyada?” diye, kendi kendine söyleniyordu.
“Vardı ya Memed, var ki resmini çekmişler.”dedim.
Her öğrenci kartpostalda gördüğü nesnelerin ne olduğunu yazmakla mükellefti. Memed deniz kartpostalında gördüğü şeye “çok su!” demişti. Hem buranın suyu gibi de değil, öyle çamurlu öyle gri… Masmavi ve tertemiz, çok su!
Öğretmen daha sonra kartpostaldaki nesnelerin gerçek adlarını tahtaya yazdı: DAĞ, AĞAÇ, KUMRU, DENİZ… Deniz dediği zaman Memed için dünya durdu. Deniz… Öyle bir içli telafuz etmişti ki sıra arkadaşlarımız dayanamayıp:“Aşık mı oldun a deli?” dediler. Haklıydılar. Memed için artık hiçbir şey eskisi gibi olamayacaktı. Memed bambaşka bir insan olup çıkıvermişti. Artık karşılaştığı her insana -bilgisi dahilinde- denizi anlatır olmuştu. İnanmayanlara kartpostalını gösteriyordu.
Memed, Bir gün nasıl olursa olsun, denizi göreceğim, diyordu. Gözlerindeki inanç başta ben olmak üzere herkesin tüylerini ürpertiyordu. Bunca büyük bir hedef, bunca hedefe kilitlenme… Tek kartpostalla olacak iş değildi. Oldu.
Artık bu bozkırlar da geçirdiği zaman Memed için en büyük cezaydı. Hep gelecek bir günün, denizi göreceği o günün, hayaliyle yaşamaya başladı.
Annem öleli dört yıl oldu. Babam annemden sonra hiç evlenmedi. İki köy öteden kaçırdığı Hatice’den sonra nasıl evlenirdi. Bana duyurmamaya çalışarak akşamları gizli gizli ağlardı. Duyardım. Ne yazık! Babamın o perişan ağlamalarını, tanrıyla konuşmalarını:
“Neden Allah’ım neden?”
“Neden beni değil de onu aldın?”
“Ben Haticesiz bu dünyada ne yaparım? Bir de sabi kaldı başıma. Ben nasıl bakarım şuncacık yavruya?” diye. Bu ağlamalarını yengem Fatma da duyardı. Memed’in annesi. Bana da babama da yengem bakardı. Eksik etmezdi sevgisini ve fark koymazdı aramıza, ben ve Memed’in.
İlkokulu yeni bitirmiştik ki tarlaya giden su yüzünden
babam bir köylüsünü öldürdü. Hepten kaldım yapayalnız. On iki buçuk yıl damda
kalacaktı, ben on iki buçuk yıl onsuz. Amcam babamın bu olayından sonra köyde
barınamadı. Evi barkı satıp kasabaya yerleştik. Yatağımı Memed’in yatağının
yanına serdiler, Sofradaki yerim de Memed’in yanı… Yengem ikimize de aynı özeni
gösteriyordu. Hatta suyun kıt olduğu zamanlarda, kendimi bildim bileli su olmazdı buralarda, ikimizi
bir yıkardı. Ben de onun bir oğluydum artık.
Ortaokula kasaba da başladık. Amcam sattıklarıyla bir bakkal dükkanı açtı. Şükür işleri de yolunda gitti. Hep övünürdü kendiyle:
“ Dile kolay, Kaymakamın dahi bana borcu var!”
“İyi gidiyor işler iyi.” Kaymakamın dahi amcama borcu olması işlerinin gerçekten iyi olduğuna en büyük kanıttı.
Memed; kasabaya yerleşir yerleşmez başlamıştı tek tutkusu olan denizin resimlerini, kartpostallarını toplamaya. Odanın her yeri deniz resimleriyle doluydu.
“Burayı bildin mi? Marmara denizi akıllım”
“Burası da Ege.” Nereden bilecektim ki... Bu bozkır sarılığından başka bir şey gördüğümüz mü var?
O ümidini hiç kaybetmedi: “Bak görürsün. Ali Amcalar’ın Yusuf, denizi olan bir yerde asker olmuş ya ben de denizi olan bir yerde askerlik yapacağım. Sana da artık denizde çekildiğim fotoğrafları yollarım, Zeki.”
“Tabi ya gidersen yollarsın.”
Ona ne dedimse, ne dediyse bütün kasaba halkı, zerre kadar ümidini kıramadık. Hatta deniz tutkusu daha da saplantı hale geldi. Artık okul kitaplarımızın arkasındaki haritaları dâhi deniz resimleri var diye kesip kesip odamıza yapıştırıyordu. Odanın her yeri deniz olmuştu.
Ortaokul bitmeden askerlik kağıtlarımız geldi. Memed durur mu hiç? Nefes almadan hemen babasına koştu.
“Baba ben askere gideceğim.”
“Daha okulun var bu ne acele?” dedi. Ama babası da biliyordu, Memed’i durdurmak artık imkansızdı. Çünkü kasabadan biri denizi olan bir yerde askerlik yapmıştı ve Memed yıllardır bu hayalle yatıp kalkıyordu. Askerlik şubesinin yolunu tuttu. Muayenesini oldu. Sonra başladı askere gitmek için gün saymaya.
Celp yerleri belli olduğunda ilk hayal kırıklığını yaşadı: Urfa. Artık yapacak pek bir şey yoktu. Mecburen denilen yere gitmek için yola koyuldu, aklında acemilik dönemi bittikten sonra denizi olan bir yere düşme umuduyla. O da gerçekleşmedi. Allahın bir bozkırından çıkıp başka bir bozkırında askerlik yapacaktı.
Ben askere gitmedim. Daha lise okumayı düşünüyordum. Hem ben de askere gidersem ne olurdu yengemin hali?
Ortaokul bitti. Amcam kaymakamla olan hukuku dolayısıyla bizi postanede memur olarak işe aldırdı. Memed daha asker iken devlet memuru da olmuştu. Askerliği bitirdikten sonra apar topar kasabadaki işinin başına gelmesi gerekiyordu. Zira devlet atamaları şakaya gelmezdi. Memed bütün ısrarlarına rağmen askerden sonra tutkusu olan denizi görmek için bir türlü izin koparamadı. El mahkum. Gelip oturdu işinin başına. Babasının iş durumları pek iyi gitmiyordu. Başkaca marketler de açılmıştı kasabaya. Her açılan market biraz daha işlerinin bozulmasına yol açıyordu. İyiden iyiye borçlanmıştı artık. Bakkalı borçlularından birine devredip diğer borçlulara da, çocuklarım çalışıp size borcumu ödeyecekler, demişti. Artık hapishanedeki babama da ben para gönderiyordum. Tabi amcamın borçlularından arta ne kalırsa. İki yıl boyunca ben ve Memed amcam için çalıştık. Nihayet borçlarını bitirmiştik. Amcam artık evlilik yaşımızın geldiğini düşünüyordu.
“E artık borcumuz da bitti. Kapı gibi devlet işiniz de var size birilerini bulup evlendirmek lazım.” dedi. Benim için pek fark etmezdi. Nasılsa evlenirsem Fatma anne de biraz rahata ererdi.
“Olur.” dedim amcama.
Memed pek evlenme taraftarı değildi. Onun tek tutkusu bu kadar ertelediği denizi görmekti. Aldığı her maaşı kuruşu kuruşuna biriktirdiğini biliyordum. Ama amcama hiç söylemeye niyetim yoktu. Düğün telaşı, görücüye gidip gelmeler derken bir gün Memed çıkageldi
“ Ben gidiyorum.” dedi. Tüm hane halkı suspus oldu. Sessizliği ben bozdum.
“ Nereye gideceksin?” dedim.
“ Denize.” dedi. Bunca yıldır özlemiyle tutuştuğu denizi görmeye gidecekti nihayet. Buna hiç kimse mani olamazdı. Olmazdı da. Annesi Memed’in boynuna dolandı.
Benim de nerden aklıma geldiyse:“ Denize değil çok suya gidiyorsun.” Dedim.
Sarıldık.
“ÇOK SU!” Fısıltıları eşliğinde.
Ortaokula kasaba da başladık. Amcam sattıklarıyla bir bakkal dükkanı açtı. Şükür işleri de yolunda gitti. Hep övünürdü kendiyle:
“ Dile kolay, Kaymakamın dahi bana borcu var!”
“İyi gidiyor işler iyi.” Kaymakamın dahi amcama borcu olması işlerinin gerçekten iyi olduğuna en büyük kanıttı.
Memed; kasabaya yerleşir yerleşmez başlamıştı tek tutkusu olan denizin resimlerini, kartpostallarını toplamaya. Odanın her yeri deniz resimleriyle doluydu.
“Burayı bildin mi? Marmara denizi akıllım”
“Burası da Ege.” Nereden bilecektim ki... Bu bozkır sarılığından başka bir şey gördüğümüz mü var?
O ümidini hiç kaybetmedi: “Bak görürsün. Ali Amcalar’ın Yusuf, denizi olan bir yerde asker olmuş ya ben de denizi olan bir yerde askerlik yapacağım. Sana da artık denizde çekildiğim fotoğrafları yollarım, Zeki.”
“Tabi ya gidersen yollarsın.”
Ona ne dedimse, ne dediyse bütün kasaba halkı, zerre kadar ümidini kıramadık. Hatta deniz tutkusu daha da saplantı hale geldi. Artık okul kitaplarımızın arkasındaki haritaları dâhi deniz resimleri var diye kesip kesip odamıza yapıştırıyordu. Odanın her yeri deniz olmuştu.
Ortaokul bitmeden askerlik kağıtlarımız geldi. Memed durur mu hiç? Nefes almadan hemen babasına koştu.
“Baba ben askere gideceğim.”
“Daha okulun var bu ne acele?” dedi. Ama babası da biliyordu, Memed’i durdurmak artık imkansızdı. Çünkü kasabadan biri denizi olan bir yerde askerlik yapmıştı ve Memed yıllardır bu hayalle yatıp kalkıyordu. Askerlik şubesinin yolunu tuttu. Muayenesini oldu. Sonra başladı askere gitmek için gün saymaya.
Celp yerleri belli olduğunda ilk hayal kırıklığını yaşadı: Urfa. Artık yapacak pek bir şey yoktu. Mecburen denilen yere gitmek için yola koyuldu, aklında acemilik dönemi bittikten sonra denizi olan bir yere düşme umuduyla. O da gerçekleşmedi. Allahın bir bozkırından çıkıp başka bir bozkırında askerlik yapacaktı.
Ben askere gitmedim. Daha lise okumayı düşünüyordum. Hem ben de askere gidersem ne olurdu yengemin hali?
Ortaokul bitti. Amcam kaymakamla olan hukuku dolayısıyla bizi postanede memur olarak işe aldırdı. Memed daha asker iken devlet memuru da olmuştu. Askerliği bitirdikten sonra apar topar kasabadaki işinin başına gelmesi gerekiyordu. Zira devlet atamaları şakaya gelmezdi. Memed bütün ısrarlarına rağmen askerden sonra tutkusu olan denizi görmek için bir türlü izin koparamadı. El mahkum. Gelip oturdu işinin başına. Babasının iş durumları pek iyi gitmiyordu. Başkaca marketler de açılmıştı kasabaya. Her açılan market biraz daha işlerinin bozulmasına yol açıyordu. İyiden iyiye borçlanmıştı artık. Bakkalı borçlularından birine devredip diğer borçlulara da, çocuklarım çalışıp size borcumu ödeyecekler, demişti. Artık hapishanedeki babama da ben para gönderiyordum. Tabi amcamın borçlularından arta ne kalırsa. İki yıl boyunca ben ve Memed amcam için çalıştık. Nihayet borçlarını bitirmiştik. Amcam artık evlilik yaşımızın geldiğini düşünüyordu.
“E artık borcumuz da bitti. Kapı gibi devlet işiniz de var size birilerini bulup evlendirmek lazım.” dedi. Benim için pek fark etmezdi. Nasılsa evlenirsem Fatma anne de biraz rahata ererdi.
“Olur.” dedim amcama.
Memed pek evlenme taraftarı değildi. Onun tek tutkusu bu kadar ertelediği denizi görmekti. Aldığı her maaşı kuruşu kuruşuna biriktirdiğini biliyordum. Ama amcama hiç söylemeye niyetim yoktu. Düğün telaşı, görücüye gidip gelmeler derken bir gün Memed çıkageldi
“ Ben gidiyorum.” dedi. Tüm hane halkı suspus oldu. Sessizliği ben bozdum.
“ Nereye gideceksin?” dedim.
“ Denize.” dedi. Bunca yıldır özlemiyle tutuştuğu denizi görmeye gidecekti nihayet. Buna hiç kimse mani olamazdı. Olmazdı da. Annesi Memed’in boynuna dolandı.
Benim de nerden aklıma geldiyse:“ Denize değil çok suya gidiyorsun.” Dedim.
Sarıldık.
“ÇOK SU!” Fısıltıları eşliğinde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder