Kızım
Bir yaprak salınıp duruyor
saatlerdir. Rüzgâr kâh savuruyor, kâh durduruyor. Her şey onun tekelinde gibi. Bana pek bir şey yapamıyor.
Yetmiş kiloluk bir kütlenin yerini değiştirecek kadar güçlü değil. Güçlü
olanlarını duymuştum. Kasırga diyorlar adına. İnekleri falan havalandırıyormuş;
düşünsenize! Ondan korkarım ben. Bu rüzgârdan değil. Ve yaprak düşüp, kondu.
Bankın hemen üzerine. Hışırtısı da kesildi gibi ağaçların. Ben hiç kıpırdamadım
yerimden. Arada gazete sayfaları havalanır gibi oluyor. Onlarda benim
tekelimde. Ayaklandım olduğum yerden, gazeteyi koltuk altıma alıp.
Yürüyüşüm eskisi gibi atik
değil. Bazen ayağımı kaldırdığımda sanki tonlarca ağılıktaki bir taş kütlesini
kaldırıyorum. İleriye doğru eğilirken kemiklerim kırıldı kırılacak. Yinede
yürümemi öneriyormuş doktorlar. Kızım öyle diyor. Doktorların ne dediğinin bir
önemi yok ta, kızım için her şeyi yaparım. O kadar ki onun için yaşıyorum, onun
için bunca ağrı. Ben ölüp gittikten sonra ne olur hali. Tabutumun yanı başında
ağlamasını görmektense doktorlar ne diyorsa yaparım daha iyi. Yaptım da, ayda
bir kontrole gidiyorum. Kızım götürüyor. Günde en az beş doktor geziyoruz.
Bazıları iyi haberler veriyor.
-Gelişme
var, aynen diyete devam.
Ne
gelişmesi ne diyeti! Her gün biraz daha çürümekteyim. Her canlıyı bekleyen sona
doğru müthiş bir hızla ilerlemekteyim. Bir farkla, beni çok seven bir kızım
var, benden başka hiç kimsesi kalmamış bir kızım! O üzerime bu kadar
titriyorken nasıl ölebilirim. Onu nasıl, bu kadar kötü bir dünyada bir başına
koyar giderim. Ne olurdu sanki eşimden önce ben ölseydim. O bir kadındı benden
daha iyi anlaşırdı kızımla. Benle sürtüşmesi hiç bitmiyor. Gittikçe kızımın
malıymışım gibi hissediyorum.
-Sigara
içemezsin, alkol asla!
Ben babayım da diyemiyorum. Babaların
hastalıklarını evlatları bilmemeli. Ve mümkünse baba ele ayağa düşmeden ölmeli.
Güçlü olarak! Yıllardır benim hiç gücüm yok.
Kızım dışında tek yaşama sebebim de. Ben de artık göçüp gitmek istiyorum
ama kim dinler.
- Daha
değil baba, daha değil… Bu kadarı fazla!
Geçen eski ahbaplarda birine rastladım, çarşıda ağır ağır dolanırken. O tanıdı beni sağ olsun.
Geçen eski ahbaplarda birine rastladım, çarşıda ağır ağır dolanırken. O tanıdı beni sağ olsun.
- Vay müdür
bey, uzun zaman oldu ne hallerdesin? dedi. İçimden, bütün sıkılmışlığımla, ne
halde olayım, çürüyüp ölmeyi beklemekteyim. Lütfen beni öldürür müsün? Dedim.
Dışımdansa:” Affedersiniz ama çıkaramadım sizi.” Dedim. Eski dost düşmüş suratıyla:” Ben sizin
Cihangirdeki evinizin kapıcısıydım. Hatırlamadınız mı beni? Ali Kemal.” Ali
Kemal deyince gelir gibi oldu aklıma. Zamanında az yüklenmemiştim zavallıya:”
Ah evet. Hatırladım şimdi. Ama mazur görün yaşım baya ilerledi hafızam eskisi
gibi değil. Ne güzel bir apartmandı orası. On altı yıl o evde kaldık. Sen kaç
yılında vardın?” Dedim. Eski dost:” Ben Hüsnü Amcadan sonra geldim. Hüsnü Amca
rahmetli olunca apartmandan biri beni önermişti. Reşat Amcaydı herhalde. Bende kabul
edip başlamıştım. Sanırım on iki yıl kadar kapıcılığınızı yaptım. Yenge hanım
nasıllar, kızınız?” dedi. Haklıydı. Yıllardır bizden haber alamıyordu. Nerden
bilecek yenge hanımın trafik kazasında öldüğünü, benimse yaralı kurtulup
yıllarca ölemediğimi! Eski dosta dönüp:” Yenge hanım sizlere ömür. Ben de
kızımın yanında yaşıyorum. Kızım o hazin trafik kazasından sonra toparlanamadı.
Uzun zaman psikolojik destek aldı. Hala ilaç aldığını görürüm gizli gizli. Hiç
evlenmedi. Tek uğraşı, tek işi beni yaşatmak oldu. Beni kaybetmemeye uğraşıyor.
Ama kaçarı yok aldığımız nefes kesildi mi bir buçuk dakikaya puf!” dedim.
Yüzünde hem bir tebessüm hem de acı belirdi. Yüzünün anlamlı kırmızılığıyla:”
Yenge hanımı kaybetmenize çok üzüldüm. Ama bakın kızınız size nasıl da iyi
bakıyor. Sizin için hiç evlenmemiş. Size
bakmak için. Bu yüksek vefa karşısında insan ancak mutluluktan ölür.” Dedi. Ne
mutluluğu be adam! Yetmiş üç yaşıma geldim. On dokuz yıldır yalnızım.
İnsanların ölümlerini görmek, sürekli yakınlarının kaybıyla yaşamanın neresi
mutluluk? Aylardır kızımdan başka sohbet ettiğim tek insan sensin, diyemedim: “
Sağ olsun.” dedim. Sonra eski dosta ayakta pek duramadığımı. Vakti varsa bir
yerlerde oturup sohbet etmeyi çok istediğimi söyledim. Kabul etti. İlk
gördüğümüz kahveye girdik. Sigara dumanı var diye dışarıya kürsülerimizi atıp
çaylarımızı sipariş ettik. Eski dost cebinden paketi çıkarıp bana uzattı:” Bir
sigara yakmaz mısınız?” dedi. Nasıl yakmam. Şimdi oturup o paketi sonuna kadar
içmek için neler vermezdim. Eski dosta dönüp:” Bana yasak.” dedim. Apar topar
paketi geri cebine soktu:”Çok özür dilerim. Hadsizlik ettim.” Dedi. Bende ona
dönüp:” Yok canım sen içebilirsin, hatta hoşuma gider. Malum kırk beş yıl
içtikten sonra yasak çok koyuyor adama. İnsan nasılsa ölecek, bari istediği
şeyleri yapıp mutlu ölmeli. Bana da yak bir tane!” dedim. İdam mahkûmunun son
isteği gibi karşıladı. Hemen cebinden bir sigara uzattı. İlk aldığım yudumla
dünyalar benim oldu. Biraz baş dönmesi, biraz öksürme akabinde…
Sonra eski günlerden bahsetmeye
zorladım onu.” E biz taşındık sonra neler oldu mahallede, anlatsana?” dedim.
Uzun zamandır kızım dışında bir ahbaba rastlamışım, bırakır mıyım? Eski dost:”
Valla Müdür Bey, çok şeyler oldu. Siz taşındıktan sonra sizin daireye
Almancılar taşındı. Baya paralı zengin Almancılar. Kızları Almanya’da intihar
edince apar topar oraya döndüler. Evin anahtarını da bana verdiler, kiraya
vereyim diye. Bende o gün ilk kez gördüm sizin evin içini. Kızınız için duvara
yaptıklarınızı, resimle olan yakınlığınızı… Dakikalarca bakmaktan alamadım
kendimi. Dedim ki; müdür bey ne büyük insanmış!
Alamancılar da sanatsever olmalılar ki duvara hiç karışmamışlardı.
Şanslı kızmış sizinki.” Dedi. Bir intihar, bir eski anı. Bir kaç cümlede… “Ha.”
Dedim. “Sahi ne çok uğraştık o resimlerle. Kızım evliliğimizin dokuzuncu
yılında doğdu. O zamana kadar evimizde kasvet hiç eksik olmadı. Adımızı
çıkardılar kısıra. Aileyle bağımızı kopardık. Sadece ben ve eşim… O yalnız
zamanlarımız da hazırladık, o odayı. İçkilerimizi içer, odaya geçerdik. O gün
en çok görmek istediklerimizi çizerdik duvara. Bazen dalları göğe değen bir
ağaç, bazen al yanaklarıyla çocuklar… Eşim resim öğretmeniydi benimle
evlenmeden önce. Evlenince benim zorumla işi bıraktı. Evde boş zamanlarında da
resim çizerdi ama çoğunu yırtar atardı. O çocuğumuz olamamasına çok içerlerdi.
Gel zaman git zaman eşim hamile kaldı. Birkaç ay sonra da bir kızımız oldu. O
günden trafik kazasına kadar mutluluk eksik olmadı evimizden. Kızımız ilk
sözcüğünü söyledi, ilk adımını attı, ilk dişi çıktı, okulda ilk günü, ilkokulu
bitirdi, ortaokulda derken… liseye geçerken taşındık o mahalleden. Birikmiş
paramız vardı. Emekliliğime de az kalmıştı. Daha büyük ve bahçesi olan bir eve
taşındık. Bir araba da alıp ailecek günümüzü gün edecektik. Ettik de.
Yazlıklara gittik. Yurtdışı seyahatlerine.
Sonra kızımızı Ankara’da üniversiteye yazdırdık. Kaldık eşimle baş başa.
Can sıkıntısına dayanamayıp ayda bir, iki defa kızımızı ziyarete giderdik. O
ziyaretlerin birinde oldu o lanet kaza. Arabamız üç takla attı. Ben ve eşim
içindeydik. Eşimi o kazada kaybettim. Ben aylarca yaşam mücadelesi vermişim.
Nedense? Keşke bende ölseydim!” dedim. Eski dost:” o nasıl söz Müdür Bey, insan
ölmeyi istemekle isyankar olur. Vardır Allahın bir bildiği. Yoksa ne olurdu
kızınızın hali. Şükür siz yaşamışsınız da kızınız hayata devam etmiş.” Dedi.
Bende:” Evet. Ben yaşadım diye o devam
etti. Ama ben devam edemedim. Sürekli aklımda, kızıma nasıl zarar vermeden
ölebilirim düşüncesiyle dolaştım durdum. Hayat arkadaşımı kaybedeli On dokuz
yıl oldu, dile kolay. On dokuz yıldır ölümü düşünmediğim tekbir dakika yok. Ya
kızım ne olacak ben öldükten sonra? Onun için katlanıyorum bu kadar saçma sapan
sağlıklı yaşam hikayelerine. Sırf kızım için! “ dedim. Sonra ben ve eşimin çizdiği
duvar resimleri hala yerinde mi diye sordum. Eski dost:”Valla Müdür Bey,
alamancılarda iken resim aynen durdu. Her kiraya verdiğim insana da sıkı sıkıya
tembihledim, o odada değişiklik yapmamalarını. Ama siz de biliyorsunuz çok
zaman geçti. Ben on yılı aşkındır başka bir muhitte kapıcılık yapıyorum. Ama
isterseniz bir gün gidip bakabiliriz.” Dedi. Bu birkaç gün ölüm düşüncesiz
yaşamama sebep olabilirdi. Bir amacım var artık. Hayat arkadaşımla beraber en
yalnız kaldığımız zamanlarda, en umutsuz olduğumuz yıllarda yapmış olduğumuz
eseri görme şansı. Çaylarımızı içtik, bir sonraki görüşmemizin yer ve zamanını
tayin ettik. Denilen gün ve zamana kadar üzerimde acayip bir mutluluk vardı.
Sanki eşim mezardan çıkacak tekrar bir sofrada oturup içecekmişiz gibi seviniyordum.
Buluşma saati geldi çattı, denilen yere doğru yola çıktım. Eski dost beni
bekliyordu. Bu kadar işin gücün arasında, geçmişten pek de tanımadığı bir
insana bu kadar bağlılık ve yardım etmesi, aslında eski dostun ne kadar iyi bir
insan olduğunu kanıtlar nitelikteydi. Selamlaştık, hal hatır olayını
bitirdikten sonra bir taksiye atlayıp eski mutlu günlerime doğru yola çıktım.
Sokağa girince her eski taş parçasında eşimi gördüm:” Buradan bakkala giderdi.
Bu sokaktan pazara…” Nihayetinde apartmana yetiştik. Dış cephe boyası değişmiş.
mahallenin kaldırımları da ücretli parka dönüşmüş. Binaya girdik. Garip bir
hava sardı beni sanki iki kat daha yukarı çıkıp eşim ve kızımı göreceğim gibi.
Katları yürüyerek çıktım. Bu benim ve ayaklarım için ne kadar zor olsa da.
Kapıya geldim. Zili de değişmişti. Kapıyı çaldık. Eşimin bir şans kapıyı açması
umuduyla. Zavallıydım en olmayacak umuda dahi ihtiyacım vardı. Gençten bir kız
kapıyı açtı. Eski dost benim konuşmama fırsat vermeden hemen olan biteni kıza
anlattı. Kız hiç ikiletmeden kabul etti. Sadece birkaç dakika beklersek odaları
toplaması gerektiğini söyledi. Kapıya gelip bizi içeri aldı. Bütün geçmişim
tokat gibi suratıma patlıyordu. Bu antre, bu mutfaktan görünen manzara bu her
gece soframızı kurup içtiğimiz masanın yeri…
Usulca kızımın odasına doğru yol aldım. Kapıyı
açmamla yıkılmam bir oldu. Son moda duvar kağıtlarıyla kaplanmıştı, ben ve
eşimin en yalnız en umutsuz yılları. Duvarlara dokunmaya başladım. Dokundukça
inanılmaz bir enerji açığa çıkıyordu bende. Tekrar dokundum, tekrar ve tekrar…
Gözümü açtığımda ambulanstaydım. Yanımda eski dost. Ne olduğunu anlamadan onların belirlediği bir adrese doğru yola çıkmıştık. Hastaneye vardık. Soğuk bir odaya sedye ile geçirdiler. Eski dostun yüzü perişandı:”Ne yaptın sen Müdür Bey, ne yaptın? Ben bunu kızına nasıl anlatırım?” diye diye dövünüyordu. Ben ona dönüp sakin ol, bir şey yok demeye çalışıyordum. O duymuyordu ısrarla. Bir iki defa sırtını elledim, nafile. Ne oldu yahu diye garip garip gezinmeye başladım odada. Eski dost odadan çıkıyordu, bende peşine takıldım. Bir odaya girdi. Odada beyaz önlüklü bir doktor vardı. Beni muayane eden doktor olmalı diye düşündüm. Oda beni görmüyordu. Önce oturun dedi eski dosta. Sonra:” Hastamızı kaybettik. Bu kadar üzülecek ne geldi ki başına?” diye, eski dosta sordu. Eski dost:” Valla doktor bey, eski evlerinde kapıcıydım ben. İki gün önce tesadüfen yolda karşılaştık. Sonra da eski evlerine, eski bir anısını görmek için gittik. Müdür Bey, duvar kağıtlarını görünce çıldırdı. Başladı tek tek kağıtları duvardan sökmeye. Duvar kağıtlarını sökemeyince daha da sinirlendi. Sağa sola tekmeler, yumruklar atmaya başladı. Ben onu zaptetmeye çalışırken elimde birden bayıldı. Sonra ambulansı aradık. Ambulans gelene değin Müdür Bey ölmüştü.” Peki yok mu başka yakını?” diye sordu doktor. “Üzerine titrediği bir kızı var. Bende numarası yok. Üzerinde çıkan telefondan arayabilirsiniz.” Dedi.
Ben olduğum yerden: aramayın! Hayır, ne olur aramayın! Kızım öldüğümü duymasın! Diye feryat figan bağırıyordum. Hiç kimseler çığlığımı duymadı. Öldüğüme inanmak zorunda kaldım. Arkamı dönüp olan bitene, soğuk odaya döndüm. Kendimi çelik kasaya kapattım. Sonra, sonsuza dek sürecek uzun bir uyku…
Gözümü açtığımda ambulanstaydım. Yanımda eski dost. Ne olduğunu anlamadan onların belirlediği bir adrese doğru yola çıkmıştık. Hastaneye vardık. Soğuk bir odaya sedye ile geçirdiler. Eski dostun yüzü perişandı:”Ne yaptın sen Müdür Bey, ne yaptın? Ben bunu kızına nasıl anlatırım?” diye diye dövünüyordu. Ben ona dönüp sakin ol, bir şey yok demeye çalışıyordum. O duymuyordu ısrarla. Bir iki defa sırtını elledim, nafile. Ne oldu yahu diye garip garip gezinmeye başladım odada. Eski dost odadan çıkıyordu, bende peşine takıldım. Bir odaya girdi. Odada beyaz önlüklü bir doktor vardı. Beni muayane eden doktor olmalı diye düşündüm. Oda beni görmüyordu. Önce oturun dedi eski dosta. Sonra:” Hastamızı kaybettik. Bu kadar üzülecek ne geldi ki başına?” diye, eski dosta sordu. Eski dost:” Valla doktor bey, eski evlerinde kapıcıydım ben. İki gün önce tesadüfen yolda karşılaştık. Sonra da eski evlerine, eski bir anısını görmek için gittik. Müdür Bey, duvar kağıtlarını görünce çıldırdı. Başladı tek tek kağıtları duvardan sökmeye. Duvar kağıtlarını sökemeyince daha da sinirlendi. Sağa sola tekmeler, yumruklar atmaya başladı. Ben onu zaptetmeye çalışırken elimde birden bayıldı. Sonra ambulansı aradık. Ambulans gelene değin Müdür Bey ölmüştü.” Peki yok mu başka yakını?” diye sordu doktor. “Üzerine titrediği bir kızı var. Bende numarası yok. Üzerinde çıkan telefondan arayabilirsiniz.” Dedi.
Ben olduğum yerden: aramayın! Hayır, ne olur aramayın! Kızım öldüğümü duymasın! Diye feryat figan bağırıyordum. Hiç kimseler çığlığımı duymadı. Öldüğüme inanmak zorunda kaldım. Arkamı dönüp olan bitene, soğuk odaya döndüm. Kendimi çelik kasaya kapattım. Sonra, sonsuza dek sürecek uzun bir uyku…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder