5 Haziran 2014 Perşembe

Küçük Adam - Veysel Yavuz

                                    Küçük Adam



           

           
  “Ne istiyor bu insanlar?”
              “Bu kadar gaddar olmak için sebepleri  ne?” dedi her gün aynı yolu kullanıp eve dönen kahveci çırağı. Uzun uzun küfredebilirdi isterse; hem de çalıştığı yerden kaynaklı devasa bir küfür arşivi varken.
O sürekli aynı şeyi tekrarlıyordu, delirmiş gibi: “Ne istiyor bu insanlar? Bu kadar gaddar olmak için sebepleri ne?”

            Sekiz ay oldu bu kahvede işe başlayalı. Babasını kaybedeli de sekiz yıl kadar olmuş. Normalde bunca sekizli şeyin artarda gelmesi ancak öykülerde olur. Şiirsel bir ahenk yakalamak için. O, tam da böyle bir öykünün kahramanıydı… Küçük Adam. Bakmayın haa küçük dediğime tastamam on bir yaşına girdi üç gün evveli.  O da annesinden duymuş doğum gününü,  zavallı! Hiç de umurunda değil.
Sabah yedi dedi mi dükkana gider akşam on bir de eve döner on bir yaşındaki küçük adam. Ne umurunda olacak! Daha on bir yaşında bir sürü kahve insanının kahrını çekiyor.  Küfürler havada uçuşuyor, tacizler…  Hepsini hasta annesi için sineye çekip işine devam ediyor.


“Tavşankanı çaylar!”

            Babasından kalma bir baraka var (Şükür, kira derdi yok zavallıcığın) bir de babasına dedesinden kalan sedef saplı bir silah. Paslı, kötü kokan bir silah… Evin tek oğlu, iki de kız kardeşi var ondan büyük. Biri on üçünde Sabiha diğeri on dördünde  Aycan.  Üç kardeş, bir baraka,  hasta bir anne...  Evin direği Küçük Adam…
           
            Babası gelir gelmez tersanede bir iş tutmuş. Çok yorucu bir işmiş ama, kazancı iyi. Küçük adamın babası hemencecik meyhane yollarını da öğrenmiş arkadaşlarından.  Artık her gün eve geçmeden iki duble atar olmuş. Gel zaman git zaman gençten dul bir hatuna tutulmuş.  Hatunun eli işte, gözü oynaşta. Bütün mahallenin abazanları peşinde. Hediyelerin ardı arkası kesilmiyormuş.  Bu bakkaldan, bunu kasap gönderdi.  Beyaz eşyacı da elektrikli süpürge göndermiş. Hepsi kadının tek gülüşü içinmiş. Küçük adamın babası bu kadına yanık olduğunu içten içe belirtmeye başlamış. Birkaç gece kafayı çekip dayanmış hatunun camının dibine. Öyle sessiz, öyle beklentisiz bakakalıyormuş saatlerce… Hatun bundan haberdarmış ve hoşuna da gidiyormuş. Ama her gün olunca bu uğrayı,  göze batmaya başlamış Küçük adamın babası.  Mahallenin kabadayı ağabeylerinden biri bozulmuş bu işe. Küçük adamın babası her günkü gibi balkonun altında duruyorken saplamış hançeri böğrüne. Dağ gibi adam yığılmış yere kanlar içinde. Kimseler yardım edememiş, mahallenin ağabeyinden korktukları için.  Birkaç dakika içinde de teslim etmiş ruhunu. Küçük Adamın annesi koşmuş kocasının yardımına, iş işten geçtikten çok sonra. O vakit anlamış kocasının öldürüldüğü yerdeki gizemi. Balkonda acılı hatunu görmüş. Sadece bakakalmış, uzun delici bir bakışla… Bu tarz bir ölüm ancak öykülerde olur. Ama tam da bu tarz öykülerin kahramanıymış Küçük Adamın babası! Üç güne gömmüşler, on güne kadar ağlamış Küçük adamın annesi, bir ay sonra normal yaşamlarına dönmüş Küçük Adamın ailesi. Biri hariç. Annesi kurtulamamış bu hastalıklı düşüncelerden: Neden başka bir kadın? Ne vardı bir kadın için sokak ortasında öldürülecek? Şimdi biz ne olacağız? Ya bu çocuklar? Yıkanmadan, yemeden, içmeden boş boş sokağa bakar olmuş günlerce.
                Küçük Adamı ablaları büyütmüş. Konu, komşunun yardımlarıyla. Anne gün günden daha kötüleşmiş, yataklara düşmüş. Küçük adam biraz etlenince, bütün yük kalmış başına. O gün büyümüş Küçük Adam, o ilk gün sigara satmaya çıkıp cebinde birkaç ekmek parasıyla döndüğünde. Yetermiş sekiz yıllık çocukluk. Başlamış yaşam serüveni Küçük Adam için. Birkaç işe girmiş çıkmış. On yaşına kadar. Okul falan hak getire. Okuma yazmayı sökmüş sağdan soldan. Bir de imza atmayı biliyor hepsi bu kadar.  Bakkal hafta sonunda çıkarınca defteri okur gibi yaparmış küçük adam. Ne derse doğrudur dermiş. Aldığı haftalıkla borcunu öder elinde kalan fazla parayı da ablalarına bölüştürürmüş. Anne zaten bir şey isteyecek halde değilmiş.
            Sekiz ay olmuş bu kahveye gireli ve tam sekiz yıl olmuş babası âşık olduğu hatunun balkonu altında öleli.
Küçük adam kahvede günlerini geçiredursun sataşmalar bitmemiş. Babasıyla ilgili ayrı, ablalarının yeni sivrilen memeleriyle ilgili ayrı. On bir yaşında küçük adam nasıl baş etsinmiş böyle bir kaderle? Çekmiş sineye, yutmuş lafları hayatına devam etmiş. Aklında yumruğunun büyüyeceği günün hayaliyle.

“ Tavşankanı çaylar!”

            Olağan günlerin birinde kahveye yabancı biri gelmiş. Uzun boylu, iyi giyimli, yakışıklı biri. Küçük adamı sormuş. Kahve sahibi meraklı meraklı: “Hayırdır? Bir yaramazlık mı yaptı bizim kerata? Bu güne kadar hiçbir vukuatını duymadık.”
Uzun boylu yakışıklı adam:“Yok bir yaramazlık. Akrabam olur kendisi.”demiş. Bunu duyan kahve sahibinin gözleri fal taşı gibi açılmış. “Bakkala gönderdik biraz sonra gelir.” demiş. Küçük adam kahveye girer girmez kahve sahibi adamı göstermiş: “Bak bu akrabanmış. Seni soruyor. Git bak bakalım ne istiyor.” demiş. Küçük adam usulca yanaşmış uzun boylu yakışıklı adamın masasına.
“Buyurun beyim, beni istemişsiniz?”
“Otur hele.”
Yakışıklı adam bir anda meseleye girmiş:
“Ben senin dayınım, çok uzaklardan geldim. Duydum başınıza gelenleri. Hemen ablama götür beni orada konuşuruz diye.  Küçük adam hem heyecanlı hem kafası karışık “Tabi.”demiş. “Bunca zaman sonra erkek bir akraba hem de iyi giyimli. Kesin para da vardır bunda. Hem bu kahvede bana sataşanları da söylerim dayıma, halleder.  Ne de olsa kocaman bir yumruğu var. Dayım dedim. Ne kadar güzel bir şey imiş dayı demek diye düşüne düşüne eve doğru götürmüş dayısını. Ablaları açmış kapıyı uzun boylu yakışıklı adamı görünce apar topar kaçışmışlar. Küçük adam herkesi odaya toplamış: “Utanmayın gelin, o yabancı değil bizim dayımız, annemizin kardeşi. Ürkek ürkek ablalar gelmişler odaya. Dayı başlamış sormaya:
”Senin adın ne?”
“Aycan.”
“Ya seninki?”
“ Sabiha.”
“ Peki anneniz nerde?”
“O odada uyuyor. Çok hasta.” demiş küçük adam.
Uzun boylu yakışıklı adam odaya geçmiş anneyi görmeye. İçeri girer girmez elinde yağmuru hazır Mikail olmuş, gözyaşları seller gibi boşalmış kuru zemine. Anne  dünyadan bihaber bakakalmış içeri giren uzun boylu yakışıklı herife. “Abla” demiş.  Uzun boylu yakışıklı adam ki bu cümle bu vurguyla ancak öykülerde olurmuş. Tam da bu öykülerin adamıydı uzun boylu yakışıklı adam. “Abla…” Anne hiç tepkisiz bakıyormuş uzun boylu yakışıklı adama. Aradan birkaç saniye birkaç yıl gibi geçmiş. Uzun uzun bakmış ablanın yeşil gözlerine…
“Ablam, neden aramadın bunca zaman? Neden gel demedin sana tapan kardeşine?” Anneden hiç cevap gelmemiş. Uzun boylu yakışıklı adam ablanın olduğu sedire yönelmiş. Hemen köşedeki tabureye oturmuş. Anne anlamsız anlamsız bakıyormuş bir zamanlar her şeyden sakındığı kardeşine. Çocuklar içerde neler olup bittiğini merak ededursun Küçük Adam daha fazla dayanamamış. İçeri girip annesine yönelmiş. Başlamış heyecanlı heyecanlı uzun boylu yakışlı adamı annesine anlatmaya: “Anne bak bu dayım, senin de kardeşin. Seni görmeye gelmiş. Ne olur konuş bir şeyler söyle.” demiş. Anne yine umarsızca küçük kardeşine bakıyormuş. Kardeşi daha fazla dayanamamış bu duruma. Odadan çıkıp kapının önündeki taş oturmalığa çömelmiş. Başını iki elinin arasına almış. Başlamış kendi kendine hesaplaşmaya:
“Dünyalar güzeli ablam. Nasıl aramadım sormadım bunca zaman. Ahmak ben, zavallı bir gururun kibrin pençesine düştüm. Ah ablam!” diye diye dövünüp duruyormuş. Küçük adam usulca uzun boylu yakışıklı adama sokulmuş. “Artık gitmeyeceksin değil mi?” diye sormuş. Uzun boylu yakışıklı adam, ellerinin arasından kaldırdığı başını küçük adama dönmüş. “Bir daha gider miyim hiç?” demiş.
            Küçük Adam neşeli bir halde “Allaha ısmarladık” deyip işe dönmüş. Ayakları uçar gibi hızlı adımlarla kahveye dönen küçük adam, kahvecinin sorularına boğulmuş: “Kimmiş o adam? Neden gelmiş? Sizinle mi yaşayacak? Ne iş yapıyor? Zengin birine benziyor.” Küçük adam başlamış yanıtlamaya: “Dayım o. Artık bizimle yaşayacak. Daha ne iş yaptığını bilmiyorum ama giyimine bakılırsa zengin olmalı. Hem çok güçlü de kocaman elleri var.” demiş. Kahveci usturupsuz bir şekilde: “Vay seni çakal! Gene düştün dörtayak üstüne. Artık çalışmazsın bir işte. Belki okula da gidersin. Şanslı piç!”demiş. Kahvecinin ne dediğinin ne önemi var. Küçük Adam keyiften hiçbir şey duymamış. Dönmüş işine.

“Tavşankanı çaylar!”
 

 Dayı avluda taş oturmalığa çömelip,  işleri nasıl yoluna koyabileceğini düşünüyormuş.  -Önce tayin işini halletmek gerek, sonra bu eve yerleşmek ve en önemlisi alelacele ablasını doktorlara göstermek. - Bunun için küçük adamın akşam eve gelmesini beklemiş ve gelir gelmez de Küçük Adama kısa bir süre için gitmesi gerektiğini anlatmış. Küçük adam asmış suratını, “Ne, hani gitmeyecektin?” Dayı” birkaç günlük için gidiyorum. Tayin işini halledip temelli buraya yerleşeceğim.” Demiş. Küçük adam sinirli bir halde çaresiz dönmüş odasına. Ertesi sabah dayı, tayin işleri için köyün yolunu tutmuş, küçük adam da kahvenin. Bir yaygaradır dönüyormuş kahvede: “Kim olsa aynı şeyi yapar canım, iki evlenme yaşında kız, hasta bir anne…  Orospularla mı uğraşacak, tabi ki kaçıp gidecek.” Diye. Küçük adam duymuş olan biteni eve koşup kapmış sedef saplı silahı, her önüne gelene… bir, iki, üç… Allah ne verdiyse. Kana bulanmış kahve, ortalık mezbaha gibi! Apar topar kaçmış küçük adam. Sahil yolundan köprüye doğru, koşmuş, koşmuş, koşmuş… Ayaklarının dermanı bitince ilk gördüğü kuytuya gizlenmiş. Günlerce aç, susuz, bitap düşüp barakada derin bir uykuya dalmış, küçük adam. Kaybolmasından 17 gün sonra üstü çıplak bir halde köprünün ayaklarındaki çöp kutusunda bulunmuş, kara bahtlı küçük adam. Anneye hiçbir şey anlatılmamış. Anne yüreği bu durur mu hiç? Bütün sokaklarda küçük adamı aramaya koyulmuş. Günlerce, haftalarca…  Dayı da hemen annesinin arkasında.
Derler ki o günden sonra dayı,  bahtsız akrabalarını da yanına alıp hiç kimseye bir şey demeden sırra kadem basmışlar.
            Ben mi bu kadar şeyi nereden biliyorum. Ben küçük adamın okumaya çalıştığı borç defteri.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder