Meliha’nın Bir Haftası
Zarife Anne: Baba Tarık’ın ölümünden sonra şiddetli bir depresyona girdi. Altı ay bu halde kaldıktan sonra orta okulda aşık olduğu Hilmi Beyin hayalini görmeye başladı. Şizofren.
Hilmi Bey: Zarife’nin ortaokulda aşık olduğu sevgili, şimdiki hayali sevgili. Çok genç yaşta kanserden öldü.
Tarık: Zarife’nin Hilmi’den sonra aşık olup evlendiği kocası. Zarife, Tarık ile evlenmek için bütün baba mirasından vazgeçip vasat bir hayata Tarık ile başladı. Vasat ama mutluydu. Ta ki o vahim trafik kazasında Tarık’ı kaybedene değin.
Halalar: Tarık’ın ablaları. İki tane. Büyük Hala, Trt’den emekli asosyal biriyle evlidir. Eşi emekli olduğundan beri kendini dul ilan edip bütün hayatını Meliha ve annesine adadı.
Ve Meliha: Tarık ve Zarife’nin evliliğinden on üç yıl sonra doğan biricik evlatları. Annesinin psikolojik sorunları dolayısıyla halaları tarafından büyütüldü. Tek dostu sıra arkadaşı Ayşe.
Meliha, saplantılı bir halde annesinin odasını dinler. Oda da konuşulanları büyük halasına anlatıp bir yerde annesinin son durumunu haftalık rapor eder.
Birinci gün: Sabah.
Anne:
--Otur lütfen.
…
--Şuraya...
…
--Hayır, o konuyu tekrar konuşmak istemiyorum.
…
--Bir nedeni yok, sadece konuşmak istemiyorum!
…
--Lütfen biraz susar mıyız artık?
…
--Çay?
--Saçların neden ıslak senin?
…
--Nerede kaldın dün gece?
…
--Bütün gece seni bekledim biliyor musun?
…
--Gözüme bir gıdım uyku girmedi.
…
--Tabi arada baygınlıktan gözüm kapandı gibi ama beynim uyanık, senin gelmeni bekliyordum.
…
--Hayır, o konuyu konuşmak istemiyorum!
…
--Kahvaltı yaptın mı?
…
--Çay?
--Lütfen külünü halıya dökme.
…
--Küçük kız, kızıyor.
…
--Camı da aç istersen, oda hava alsın.
…
--Uyumak ister misin?
…
--Hayır, tekrar diyorum, o konuyu konuşmak istemiyorum!
…
--Kahve?
Genellikle annemin bu tarz konuşmalarını duyduğum zaman nefes alırdım, bu gün de sıradan bir gün diye halama rapor ederdim. Halam, babam öldükten sonra her şeyimiz oldu. Annemi o yıkardı, uzun süre odasından çıkmadığı zamanlarda… Benim de tek koruyucum o. O olmazsa ne yapardık biz. Ben ve zavallı annem hiç bilmiyorum.
İkinci gün: Sabah.
--Hilmi Bey sessiz olalım.
…
--Kız duyacak, lütfen sessiz.
…
--A, bildim tabi.
…
--Bizim okulun orada da vardı, keten helva satan arabalar. Siz nereden buldunuz?
…
--Yere düşürmemeye dikkat et.
…
--Kız, kızıyor sonra.
…
--Çay?
--Hilmi Bey ne olacak bizim halimiz?
…
--Ne zamandır gizli gizli görüşüyoruz.
…
--Kızım duyacak diye ödüm kopuyor.
…
--Herkeslere beraber olduğumuzu söylesek? Rahat rahat gezebilsek?
…
--Tıkıldık kaldık bu lanet odaya!
…
--Tamam, tamam kızmayın ben sadece düşündüm de…
…
--Hayır, o konu hakkında konuşmak istemiyorum.
…
--Çay?
--Bak bunu yeni aldım.
…
--Kırmızısı da vardı. Ben bunu seçtim.
…
--Siyah güzeldir. Değil mi?
…
--Yok canım çok pahalı değil bunlar.
…
--Size de bir pipo alacağım. Para biriktiriyorum bu ara.
…
--A, yine tartışmayalım, ne olur.
…
--Hayır, o konu hakkında kesinlikle konuşmak istemiyorum.
…
--Kahve?
Dün akşam halam bizdeydi. Beraber harika bir gece geçirdik. Annemin iyi olduğundan emin olduktan sonra o da keyiflendi. Gelirken rakı almış kendine. Annem’den ses seda kesilince, halam ve ben mutfağa geçip başladık dedikodu yapmaya. Halam ikinci bardağına geçince biraz daha saldı kendini:
“Ah bey, ah! Ne zamanlardı be kızım! Enişten ve ben, o daha çalışıyorken, hep beraber oturur içerdik. Her pazar dışarıda kahvaltı eder, ayaklarımız yorulana değin sahilde gezerdik. Enişten o zaman da okurdu. Ama şimdiki gibi değil. Altı yıl oldu. Yemek fasılları dışında hiç görüşmez, konuşmaz olduk. Varsa yoksa kitapları varsa yoksa yazıları… Ama olsun şimdi masam da şirin mi şirin kızımla içiyorum. İyi ki varsın Meliha, Tarık’dan bana kalan en büyük hediye.
Sana her baktığımda doğduğun hastanedeki Tarık’ın görüntüleri geliyor aklıma. Ne güzel günlerdi be kızım, ne güzel!” deyip, rakı bardağını, bütün o dayanılmaz kokusuyla dudağına götürüyordu. Dudaklarından geçip mideye giderken halamın suratını feci bir ekşime sarıyordu. Bayılıyordum halamı öyle görmeye. Sohbet halamın rutin konuşmalarından biriyle bitti :” Kızım uyuyalım artık. Yarın senin okulun var. Benim de eve geçip enişteni kontrol etmem gerek.”diye. Odalarımıza geçip uyuduk.
Üçüncü gün: Sabah
…
…
…
…
…
.
.
.
Odadan hiç ses gelmiyordu. Galiba daha uyanmamış. Halamın verdiği ilaçlar çok ağır geliyor. Bazen iki gün uyuyor garibim. Okula gitmeliyim.
Dördüncü gün: Sabah
Odadan tıkırtılar geliyordu. Daha çok bir şey arayan insanların çıkardığı tıkırtılar. Yatak kaldırma sesi, dolapları hiç dikkatle açıp kapama sesi… Ama annemin hiç sesi çıkmıyordu. İlacı alalı iki gün oldu. En azından Hilmi Bey ile bir iki lakırdı etmeliydi. O da yoktu. Bu durumu acilen halama bildirmeliydim. Sehpanın üzerinde duran telefona yöneldim. Gelişi güzel birkaç tuşa bastım. O kadar doğal ve akıcı basmıştım ki ben bile şaşırdım. Ama insan doğduğundan beri yalnızca bir numarayı çeviriyorsa artık siz düşünün pratikliği.
Telefona halam çıktı her zaman ki gibi. Daha bir kez o telefona eniştem cevap vermedi. Apar topar gözlemlediklerimi halama söyledim. Halam olanca soğuk kanlılığıyla:
-- Sorun
yok kızım. Doktor ilaçlarını değiştirdi. Annen yeni ilaçlarına alışana değin bu
tarz durumlara alışkın olmalısın.
Ne kadar net, bir çırpıda çıktı ağzından.
Telefonu kapatıp okula döndüm. Tek arkadaşım olan Ayşe ile aynı sırayı
paylaşıyordum. Ayşe’ye annem ile ilgili havadisleri anlattım. İlk ders fen
bilgisi idi.
Akşam halam tekrar bizdeydi. Bu gün daha ruhsuz daha neşesiz gibiydi. Bende pek üstelemedim. Annem içeride horul horul uyuyordu. Biz de erkenden uyuduk.
Beşinci gün: Sabah.
Sabah yorgun uyandım. Ne zaman fazla uyusam böyle uyanırdım. Lavaboya gittim. Elimi-yüzümü yıkadım. Kahvaltılıkları bir bir masaya koyup halamın uyuduğu odaya, onu kahvaltıya çağırmaya gittim. Halam oda da yoktu. Herhalde işi var deyip masaya döndüm. Masaya oturup usulca kahvaltı ederken annemin kapısından bir tıkırtı geldi. Annem kapıyı açıp bana doğru, masaya doğru geliyordu: “Günaydın, kızım” dedi. Ben, hayalet görmüş gibi:”Günaydın.” Diyebildim. Masayı dolaşıp yanıma geldi. Saçlarımı koklayıp, alnıma bir öpücük kondurdu. Şoktaydım. Tek kelime edemiyordum. Sonra kaynayan çaydanlıktan çayını koyup masaya oturdu. Hâla kımıltısız, donmuş gibi duruyordum. “Reçel de ye kızım.” Dedi. Reçel? “ Tamam anne.” dedim. Sonra: “Anlat bakalım dersler nasıl gidiyor?” dedi. Bu kadarı fazlaydı. En son annem ile dört yıl önce aynı masada yemek yemiştik o da halamın zoruyla. Şimdi kendiliğinden masaya gelmesi normal mi? Ya bu akıllıca sorduğu sorular? Sanki dört yıl değil de kendini o odaya kapattığı zaman, sadece bir geceymiş gibi. Bu kadarı fazla hemen masayı dolanıp yanına gittim. Kocaman sarıldım. Bir ağaç gövdesini sıkar gibi, sıktım. Ağladım. Hem de nasıl ağladım. Annem soğukkanlı:” Özlemiş mi kızım, beni.” Dedi. “Hem de nasıl” dedim. Annem kahvaltı etmek için elini ekmeğe uzatmasa birkaç asır bu şekilde durabilirdim. Annem kahvaltısını yaptı. Masayı toplamama yardım edip, banyoda şofbeni açtı. Demek banyo da edecek diye deli gibi seviniyordum. Ve dahası bu olanları halama anlattığımda halamın ne kadar sevineceği gözümün önüne getirip çıldıracak gibi oluyordum. Dur bir dakika. Bu bir rüya olabilir mi? Biri bana bir çimcik atsın. Ve eğer rüyaysa lütfen hiç uyanmayayım. Çantamı aldım. Okula doğru yola çıktım. Tam kapıda geldi aklıma halamı arayıp bu olanları anlatmak. Ama biraz tadını çıkarayım istedim akşam gelince uzun uzun anlatırım. Böyle bir mucize telefonda heba edilmemeli. Annemi banyoda sıcak suyla baş başa bırakıp çıktım. Yolda, aklıma annemin ben daha küçük iken mırıldandığı şarkılar geldi. Ben bangır bangır söylemeye başladım. Annemi dört yıl sonra tekrar kazanmış iken nasıl dururdum!
Beşinci gün: Akşam.
Okuldan sonra hemen eve döndüm. Mutfak tertemizdi. Banyoda annemin yıkanma gereçleri derli topluydu. Odama gidip üstümü değiştirdim. İçimde bir an evvel gidip anneme sarılma ivediliğiyle. Annemin odasına yöneldim. Kapı kapalıydı. Kolu aşağı doğru indirip odaya girmeyi düşünüyordum. Sonra, nedense bu kötü bir fikir gibi geldi. Halamı beklesem daha iyi olacaktı. Mutfağa geçip bir şeyler atıştırdım. Ayşe’den ödünç aldığım kaseti teyp’e taktım. Sesini kısıp yatağa uzandım. Sabah olanlar bir mucize değilse neydi? Diye düşündüm. Ya eski haline yine dönerse? Yine deli gibi Hilmi Bey ile konuşmaya başlarsa? Dönmesin lütfen. Hem halamda nerede kaldı? Her gün erken gelirdi oysa. Biraz uyusam iyi olacaktı. Başka türlü heyecanımı bastıramayacaktım. Bir saat kadar uyukladıktan sonra kapının tıkırtısına uyandım. Halamdı gelen. Başka kim olabilir ki? Hemen kucakladım. Yanaklarını öpüp acele acele onu mutfağa sürükledim. Halam:” Ne var kızım, ne bu heyecan?” dedi. Ben de başladım anlatmaya:” Hala bu sabah ne oldu biliyor musun?” dedim. Nerden bilecek? “Ne oldu kızım?” dedi. Ben de sabah olanları bir bir anlatmaya başladım. Halamda tek bir kıpırdama olmadı. Tek bir heyecan belirtisi göstermiyordu. Şaştım kaldım:” Hala, annem benimle kahvaltı yaptı. Bana kızım dedi. Öptü kokladı.” Dedim. Halam:” Kızım, doktor bunu ilaçları değiştirirken söylemişti. Bu ilaçlar eskisine nazaran daha ağır ve bir takım iyileşmeler görülebilir. Ama bunlar geçici.” Dedi. İnanmak istemedim:” İstersen odasına gidelim, bak göreceksin.” dedim. Elinden tuttuğum gibi odaya sürükledim. Kapıya yetişince odadan sesler geldiğini duydum. Annem yine Hilmi Bey ile sohbette idi:
…
--Hilmi Bey, ben kızım olmadan bir yaşam sürmek istemiyorum. Elbette o da bizimle yaşamalı. Hem defalarca söyledim size, bu konu hakkında konuşmak istemiyorum!”
…
Çöktüm olduğum yere. Halam ellerimden tutup kaldırdı beni. Oturma odasına geçtik. Kanepe de halamın kucağına uzandım:
Akşam halam tekrar bizdeydi. Bu gün daha ruhsuz daha neşesiz gibiydi. Bende pek üstelemedim. Annem içeride horul horul uyuyordu. Biz de erkenden uyuduk.
Beşinci gün: Sabah.
Sabah yorgun uyandım. Ne zaman fazla uyusam böyle uyanırdım. Lavaboya gittim. Elimi-yüzümü yıkadım. Kahvaltılıkları bir bir masaya koyup halamın uyuduğu odaya, onu kahvaltıya çağırmaya gittim. Halam oda da yoktu. Herhalde işi var deyip masaya döndüm. Masaya oturup usulca kahvaltı ederken annemin kapısından bir tıkırtı geldi. Annem kapıyı açıp bana doğru, masaya doğru geliyordu: “Günaydın, kızım” dedi. Ben, hayalet görmüş gibi:”Günaydın.” Diyebildim. Masayı dolaşıp yanıma geldi. Saçlarımı koklayıp, alnıma bir öpücük kondurdu. Şoktaydım. Tek kelime edemiyordum. Sonra kaynayan çaydanlıktan çayını koyup masaya oturdu. Hâla kımıltısız, donmuş gibi duruyordum. “Reçel de ye kızım.” Dedi. Reçel? “ Tamam anne.” dedim. Sonra: “Anlat bakalım dersler nasıl gidiyor?” dedi. Bu kadarı fazlaydı. En son annem ile dört yıl önce aynı masada yemek yemiştik o da halamın zoruyla. Şimdi kendiliğinden masaya gelmesi normal mi? Ya bu akıllıca sorduğu sorular? Sanki dört yıl değil de kendini o odaya kapattığı zaman, sadece bir geceymiş gibi. Bu kadarı fazla hemen masayı dolanıp yanına gittim. Kocaman sarıldım. Bir ağaç gövdesini sıkar gibi, sıktım. Ağladım. Hem de nasıl ağladım. Annem soğukkanlı:” Özlemiş mi kızım, beni.” Dedi. “Hem de nasıl” dedim. Annem kahvaltı etmek için elini ekmeğe uzatmasa birkaç asır bu şekilde durabilirdim. Annem kahvaltısını yaptı. Masayı toplamama yardım edip, banyoda şofbeni açtı. Demek banyo da edecek diye deli gibi seviniyordum. Ve dahası bu olanları halama anlattığımda halamın ne kadar sevineceği gözümün önüne getirip çıldıracak gibi oluyordum. Dur bir dakika. Bu bir rüya olabilir mi? Biri bana bir çimcik atsın. Ve eğer rüyaysa lütfen hiç uyanmayayım. Çantamı aldım. Okula doğru yola çıktım. Tam kapıda geldi aklıma halamı arayıp bu olanları anlatmak. Ama biraz tadını çıkarayım istedim akşam gelince uzun uzun anlatırım. Böyle bir mucize telefonda heba edilmemeli. Annemi banyoda sıcak suyla baş başa bırakıp çıktım. Yolda, aklıma annemin ben daha küçük iken mırıldandığı şarkılar geldi. Ben bangır bangır söylemeye başladım. Annemi dört yıl sonra tekrar kazanmış iken nasıl dururdum!
Beşinci gün: Akşam.
Okuldan sonra hemen eve döndüm. Mutfak tertemizdi. Banyoda annemin yıkanma gereçleri derli topluydu. Odama gidip üstümü değiştirdim. İçimde bir an evvel gidip anneme sarılma ivediliğiyle. Annemin odasına yöneldim. Kapı kapalıydı. Kolu aşağı doğru indirip odaya girmeyi düşünüyordum. Sonra, nedense bu kötü bir fikir gibi geldi. Halamı beklesem daha iyi olacaktı. Mutfağa geçip bir şeyler atıştırdım. Ayşe’den ödünç aldığım kaseti teyp’e taktım. Sesini kısıp yatağa uzandım. Sabah olanlar bir mucize değilse neydi? Diye düşündüm. Ya eski haline yine dönerse? Yine deli gibi Hilmi Bey ile konuşmaya başlarsa? Dönmesin lütfen. Hem halamda nerede kaldı? Her gün erken gelirdi oysa. Biraz uyusam iyi olacaktı. Başka türlü heyecanımı bastıramayacaktım. Bir saat kadar uyukladıktan sonra kapının tıkırtısına uyandım. Halamdı gelen. Başka kim olabilir ki? Hemen kucakladım. Yanaklarını öpüp acele acele onu mutfağa sürükledim. Halam:” Ne var kızım, ne bu heyecan?” dedi. Ben de başladım anlatmaya:” Hala bu sabah ne oldu biliyor musun?” dedim. Nerden bilecek? “Ne oldu kızım?” dedi. Ben de sabah olanları bir bir anlatmaya başladım. Halamda tek bir kıpırdama olmadı. Tek bir heyecan belirtisi göstermiyordu. Şaştım kaldım:” Hala, annem benimle kahvaltı yaptı. Bana kızım dedi. Öptü kokladı.” Dedim. Halam:” Kızım, doktor bunu ilaçları değiştirirken söylemişti. Bu ilaçlar eskisine nazaran daha ağır ve bir takım iyileşmeler görülebilir. Ama bunlar geçici.” Dedi. İnanmak istemedim:” İstersen odasına gidelim, bak göreceksin.” dedim. Elinden tuttuğum gibi odaya sürükledim. Kapıya yetişince odadan sesler geldiğini duydum. Annem yine Hilmi Bey ile sohbette idi:
…
--Hilmi Bey, ben kızım olmadan bir yaşam sürmek istemiyorum. Elbette o da bizimle yaşamalı. Hem defalarca söyledim size, bu konu hakkında konuşmak istemiyorum!”
…
Çöktüm olduğum yere. Halam ellerimden tutup kaldırdı beni. Oturma odasına geçtik. Kanepe de halamın kucağına uzandım:
--Neden,
neden hala? Annem neden düzelemiyor ki dedim. Annem bu sabah ki gibi olsa, öpüp
okşasa, kızım dese… Hala dayanamıyorum artık. Bir çaresi olmalı. Olmalı diye ağlamaya başladım. Halam tek kelime
etmedi. Yüzünden ne kadar çaresiz olduğu okunuyordu. Daha da üstüne gitmedim.
Odalarımıza çekilip uyuduk.
Altıncı gün: Sabah
Sabah berbat bir halde uyanıp okula gittim. İçimden annemin kapısını dinlemek dahi gelmedi. Bütün sabah sürdü bu ruhsuzluğum. Son ders zilinde nöbetçi öğrenci adımı okudu. Müdür çağırıyormuş. Hemen müdürün odasına gittim. Halamı orada görünce kötü bir şeyler olduğunu anladım. Gözlerim tamamen istemsiz bir halde dolmaya başladı. Halama dönüp: Ne oldu hala diye sordum. Halam:
-- Önemli
bir şey yok kızım, çıkınca anlatırım dedi. Bende sabırsız bir şekilde sınıftan
çantamı alıp okuldan çıktık. Bir taksi durdurdu halam. Takside halama tekrar dönüp:
--Hala ne
oldu dedim. Halam anlatmaya başladı:
-- Komşu
aradı beni. Yan taraftan kavga sesleri geliyor diye. Apar topar eve geçtim.
Annen sağı solu parçalamış, bardakları kırmış, o kırıklar ile her yerini
kesmiş, salonda oturuyordu. Ben anahtarımla kapıyı açınca Meliha diye seslendi.
Beni görünce de çığlık çığlığa ağlamaya başladı. Ambulansı aradım. Alelacele
geldiler. Sonra hastaneye kaldırdık. Durumu şimdilik iyi gibi. Seni de oraya
götürmek istedim. Belki annen seni görünce biraz daha rahatlar kızım, dedi. Ağlaya
ağlaya hastaneye yetiştik. Odasına girdim.
Yarı baygın uyuyordu. Ellerini, yanaklarını öptüm; saçlarını kokladım.
Ağladığım duyulmasın diye içime ağlayarak; baktım, baktım… Annem kapalı
gözlerinden yaşlar akıtıyordu. Bir perinin gözyaşları gibi saf ve temiz.
Saatlerce oda da ona bakıp durdum. Doktor odaya girdi:
-- Hastamızın durumu kötü. Onu bir süreliğine
müşahade altında tutmalıyız dedi. Ben: Hayır, olmaz! Onu burada tutamazsınız o
deli değil, deli değil! diye bağırıyordum. Hastane çalışanları beni apar topar
odadan çıkardılar. Halamı gördüm koridorun sonundan gelirken. Halama: Annemi
burada tutacaklarmış. Ne olur hala annem eve gelsin, dedim. Halam yine aynı
çaresiz yüzüyle:” Kızım, annenin hastalığı bayağı ilerlemiş. Evde biz ona
yardım edemeyiz. Kendisine zarar vermesinden korkuyorlar. Burada ona iyi bakacaklar. Hem belki tedaviye
cevap verir de sağlıklı olarak hep beraber eve döneriz.”dedi. Ben ısrarlarımın
boşuna olduğunu anladım. Çöktüm sandalyeye. Halam: “Birazdan enişten gelip seni
alacak. Diğer halana da haber verdim. Yola çıkmışlar. Sen eve gidip
dinlenirsin. Ben de diğer halan gelince eve gelirim. Şimdi sabIrlı ve güçlü
olmak zamanıdır.” dedi. Ben yine
gitmemek için ısrar ededurayım, bu çabalarımın da bir sonuç veremeyeceğini
anlayıp eniştemin gelmesini beklemeye koyuldum. Eniştem geldi. Uzun zaman olmuş
eniştemi görmeyeli. Bazı şeyler hiç değişmemiş. Tek kelime etmedi. Beraber
hastaneden çıktık. Arabaya binip eve döndük. Halamların evinde kitap
tozlarından başka bir şey yoktu. Onlarda kaldığım zamanlarda bana
hazırladıkları odaya geçtim. Eniştem bir bardak süt getirdi ve ayakta, yüzüme
hiç bakmadan:“Hayat bu kızım! En olmayacak zaman en olmayacak kişiyi alır
gider. Biz ne seçebiliriz ne de değiştirebiliriz. Uymaktan başka çare yok. Biz
hep yeniliriz.” dedi. Tek kelime etmeden
yatakta enişteme baka kaldım. Galiba annemi kaybetmek bize eniştemi kazandırttı
diye düşünüp uykuya daldım. Halam gecenin bir yarısı gelip yanıma uzandı.
Hissettim, ama uyanacak mecalim yoktu.
Yedinci gün sabah.
Sabah halamla kahvaltı yapıp hastaneye gittik. Hemen annemin olduğu odaya gittim. Annem kıpırtısız bir şekilde uyuyordu. Yanına sokulup usulca: “Neden?” dedim. Hiç tepki veremiyordu. Tek kıpırtı yoktu. Halam ayakta dikilmiş bize bakıyordu: “Doktorlar ağır bir uyuşturucu iğne yapmışlar. İki gün boyunca böyle hareketsiz kalacak. Ve bundan sonrada bir şey değişmeyecek.” dedi. Yine yüzünde ki o çaresiz ifadeyle. Hepten yıkıldım:Annem Hilmi Bey ile konuşsun, camı çerçeveyi kırsın ama böyle olmasın, ne olur böyle olmasın! Böyle ölü gibi olmasın. Böyle sanki hiç yokmuş gibi olmasın! dedim. Annemin gözlerinden iki pırlanta tanesi gibi gözyaşı, yanaklarından aşağı süzüldü.
Sahi siz söyleyin; Ölüler hiç ağlar mı?
Yedinci gün sabah.
Sabah halamla kahvaltı yapıp hastaneye gittik. Hemen annemin olduğu odaya gittim. Annem kıpırtısız bir şekilde uyuyordu. Yanına sokulup usulca: “Neden?” dedim. Hiç tepki veremiyordu. Tek kıpırtı yoktu. Halam ayakta dikilmiş bize bakıyordu: “Doktorlar ağır bir uyuşturucu iğne yapmışlar. İki gün boyunca böyle hareketsiz kalacak. Ve bundan sonrada bir şey değişmeyecek.” dedi. Yine yüzünde ki o çaresiz ifadeyle. Hepten yıkıldım:Annem Hilmi Bey ile konuşsun, camı çerçeveyi kırsın ama böyle olmasın, ne olur böyle olmasın! Böyle ölü gibi olmasın. Böyle sanki hiç yokmuş gibi olmasın! dedim. Annemin gözlerinden iki pırlanta tanesi gibi gözyaşı, yanaklarından aşağı süzüldü.
Sahi siz söyleyin; Ölüler hiç ağlar mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder