CEVAP
Uğursuz bir gece… Nereden
estiyse aklıma, balkona çıktım. 3.42 net hatırlıyorum. Bir şimşek parladı
gökyüzünde. Hemen saatime baktım, eski bir takıntı, şimşeğin ışığı öyle baba
pijaması gibi dik çizgili değildi. Hiç rüzgârsız bir ortamda göğe yükselen sigara
dumanına hohlanmış gibi dağınıktı. Işıktan birkaç saniye sonra sesi de geldi.
Galiba bir yerlerde okumuştum. Şimşek göründükten sonra saniyeler sayılıp
şimşeğin düştüğü yere olan uzaklık hesaplanabiliyordu. Ben hiç uğraşmadım
bununla. Canım sıkkındı ve can sıkıntımın sebepleri arasından en güçlüsünü
seçip haklı bir hüzün kazanmalıydım. Önce sıradan bir refleksle sandalye,
tabure benzeri bir şeyler aradım. Yoktu. Yere, beyaz karolarla bezeli zemine
çöktüm. Umursamadım çöktüğüm yeri.
Sıkkındım ve birçok nedenim vardı.
Balkona çıkalı iki dakika kırk üç saniye oldu. (galiba hastalığım ilerliyor) İyi sebepler biriktirmek için hüznüme, lacivert gökyüzüne bakıyordum. Yanımda uzanma mesafesinde tuttuğum bir paket sigara, kibrit ve içerden çıkarken getirdiğim bira tenekesi vardı. İçinde biraz bira kalmış tenekeye elimi yakan sigarayı silkeledim. Aklımda acaba ateşe daha ne kadar dayanabilirdim düşüncesiyle.
Uzun uzun nefes almaya çalışıyordum. Nefes alınca bir hırıltı duydum göğsümde. Aynı anda gökyüzünde feci bir uğultu başladı. Rüzgârın uğultusu, gök gürlemesi... Tam keşmekeş koptu kopacak derken ilk yağmur damlaları yerle buluştu. Harika bir toprak kokusu sardı her yanı. Kahverengi bir yalnızlık misafirliğime geldi. İçeri geçtim. Leonard Cohen’den Famous Blue Raincot’u çaldım. Uzun zamandır aynı parçayı dinliyordum ve zaten yeni parça açmaya da hiç takatim yoktu. Ne demek, ‘kardeşim, katilim'' ne demek? Dolaptan bir bira aldım. Ben, kahverengi yalnızlık ve yağmur başladık ağlaşmaya.
Gece ağır ilerlemekte iken,
ilk şimşek çakmasından on altı dakika yirmi dokuz saniye sonra, yan dairede
gürültü sesleri yükselmeye başladı. Daha çok tiz bir kadın sesi. “Sana her
şeyimi verdim. 13 yıl dile kolay!” diye bağırıyordu. İşin ilginç tarafı kendi
kendine konuşuyor gibiydi kadın. Cevap verildiğini hiç duymadım.
Duvara fırlatılan şeylerden farklı sesler yükseliyordu. Ve bu sesler hemen yan odamda çınlıyordu: Booooom, Tıkk, Toğğğ, Çıkkkışşş!(Bu sondaki ses tahminimce parfüm şişesi olmalı) En son balkondan aşağıya bir şeyler atmaya başladı: Valizler, ayakkabılar, parfümler... Çıldırmış olmalıydı. Kafam iyice karışmaya başladı. Zaten yeterince berbat haldeyim. Ve cereyan eden olaylar beni kahverengi yalnızlık karşısında zor duruma sokuyor. İçeri geçip tekrar Leonard Cohen’in parçasının sesini en sona getirdim. Ne demekti, ‘kardeşim, katilim?’ Vakit sabaha karşıymış, artık umurumda değil. Ve mutsuzluğumda dahi birilerinin bu duruma ortak olmasından nefret ediyorum. Benim halim bana yeter!
İçeri geçtim, yatak odasına. Yatağa uzandım. Aklımda belirli belirsiz şekiller dönmeye başladı. Bu gecenin sabahından başlayarak, uzun metraj bir film gibi.
Sabah işe gitmek için bindiğim dolmuşta
paramın üstünü alamamıştım. Bundan olamazdı mutsuzluğum. Hem zaten bende
isteyecek kadar cesaret yoktu. Birkaç defa seslenmeye çalıştım. Ama sesim içime
kaçtı, şoförün esmer kavgacılığını görünce. Hem alacağım parayla sakız bile
alınmazdı. İlk durakta indim. Onu dahi ben diyemedim. Biri ineceğini söyleyince
bende arkasından attım kendimi dışarıya. Bir iki durak erken inmemin ne
sakıncası olabilirdi ki? Sonra işten
kovulduktan sonra oturduğum tekel bayii de hesabı fazla çıkarmıştı. Nerde bende
hesaba karşı çıkacak yürek. Biraları bile elli defa teşekkür ederek istiyordum.
Korkaktım ben. Yeryüzünün en korkak insanıydım ben. Belki diğer insanlar da
korkaktı. Ama onlar bunu bir takım rollerle geçiştirmeyi bilmişlerdi. Ben
bilmiyordum. Olduğu gibi hesabı ödeyip çıktım. Belki de hesap doğruydu. Kendi
kendime böyle bir şey uydurmuştum. Yok,
hayır hesap yanlıştı ne içtiğimin çok iyi farkındayım. Ama olsun, ya
karşı çıkınca kaba saba adamlardan yiyeceğim dayak. İyi ettim. Mantıklı olmak
dayaktan kurtarır. Bir bira eksik bir bira fazla ne fark eder? Fark eder tabi.
Bırakır mıyım beş liramı o hayvanlara. Evet, bırakırım. Nitekim bıraktım.
Bundan da olamaz? Peki neden? İki gündür karşı balkonda halı silkeleyen otuzlu
yaşlarda esmer bir hatun görüyorum. Her gün mütemadiyen dokuz çeyrekte balkona
çıkar halısını çırpardı. Giydiği askılı giysiden taşardı memeleri. Kimi zaman
onun da hoşuna gittiğini düşünerek, hayran hayran bakar dururdum. Bu sabah her
ne hikmetse göremedim onu. Güne bombok başladım. Bundan olabilir miydi? Değil,
değil! On üç yaşından beri düzenli depresyonda olan ben, her şeye bir neden arama hastalığına da
tutulmuşum da haberim yokmuş. Zaten o yaştan beri süre gelen bütün kötü
olayların müsebbibi olarak hep kendimi görürdüm. Cadde üstünde ölü yatan kediyi de ben ezmiş
olamam, zira bir arabam yok! Peki neden? Neden? Allahın belası biram da bitti.
Kaç tane içtim şu ana değin? Ne önemi var. Hala uyanıksan ve uyumayacak kadar
iyi hissediyorsan kendini bira olmalı. Yok işte. Bu saatte nereden bulunur hiç bilmiyorum. Ama
denemek gerek. Nasıl denemek? Bu eve taşınalı iki gün oldu. Nereden nasıl temin
edilir bilmiyorum. Saat sabah dört otuzyedi . Kapüşonlu hırkamı giydim ve
parmak arası terliklerimle yağmurun daha demin ıslattığı sokaklara çıktım.
Kaldırımlar ıslak ve kaygandı. Parmak arası terliğimle bale yapar gibi
yürüyordum. Ortalıkta yağmurdan kaçışan birkaç kediden başka kimsecikler yoktu.
İkinci sokağın dönemecinden dönerken bir taksi durağı gördüm. Önünde bir araç
ve aracın içinde kocaman bir yarma uyuyordu. Çaresiz ona sormam gerekiyordu
nerede bira bulabileceğimi. Ama adam ya aksi biriyse? Bu parmak arası
terliklerle kaçamam da. Ben bunları düşünedurayım kendimi arabanın önünde
buldum. Usulca ve rahatsız etmemeye çalışarak camı tıkladım. Duymadı. Tekrar ve
biraz daha sert tıklamaya çalıştım. Hafif hareketlenir gibi oldu. Bir daha
denedim. Galiba bu defa baya sert oldu. Adam üzerine su atılmış gibi yerinden
doğruldu. Korkuyla geriye çekildim. Taksici kapıyı açıp arabadan indi.
“Hayırdır birader, taksi mi lazım?” dedi. Ben o an korkudan altıma
boşaltmadıysam çıkmadan hemen önce lavaboyu kullandığım içindir. “Pardon abi.”
dedim. “Buraya yeni taşındım. İki sokak yukarıda oturuyorum. Buralara yakın bir
büfe ya da benzin istasyonu var mı?” diye sordum. Ben, yeryüzünün en korkak
adamı, bu cüssenin karşısında nasıl oluyordu da takılmadan konuşabiliyordum.
Aklım almıyordu. Adam benim sorduğum sorudan çok hangi sokağa taşındığımla
ilgilenmişti. “Hangi sokak? Menekşe mi?” diye sordu. Nerden bileyim daha yeni
taşındığım sokağı. Bir yandan da bu muhabbeti sonlandırma gereği hissetmiş
olacağım ki “Evet menekşe sokak.” dedim. “ Bahar marketin üstündeki boş eve
değil mi?” dedi. Ne marketi ne evi! Tastamam çıldırmak üzereyim. “Evet, evet…”
dedim. Adam başlamaz mı o evden çıkanları anlatmaya! “Çok iyi adamdı Hüsnü
Amca. TCDD’den emekli. Oğlu eşindenboşanınca , çocuğunu Hüsnü Bey’e bırakıp
apar topar yurt dışına kaçmış. Çalıştığı bankadan aşırdığı paralarla… Hüsnü Bey
ve eşi beraber büyütmüşler zavallıcığı. Daha sekiz yaşında da düşmez mi organ
mafyasının eline! Zavallı çocuğun ölüsünü Muğla da bulmuşlar. Adam perişan
halde çocuğu alıp eve dönmüş. Tek emanetine sahip çıkamayan Hüsnü Bey,
katlanamamış bu acıya ani bir kalp kriziyle hakkın rahmetine kavuşmuş. Eşi de
yalnız kalınca kızının yanına Ankara’ya taşınmış. Eve de emlakçı bakıyor.
Aldığı kirayı da her ay Hüsnü Bey’in eşine gönderir. Çok çekti Hüsnü Bey çok!”
Yahu ne Hüsnü Beyi ne evi, ne çocuğu! Bana sadece nereden bira bulabileceğimi
söyle! Tabi bunları içimden söylüyorum yoksa nerede bende o öd! “Vah vah çok
yazık olmuş. Zavallı adama.” dedim. Taksici pervasız, “Tekin değil bu aralar,
buralar. Geçen de bizim arkadaşlardan birini kıstırmışlar gece vardiyasında.
Adam taksicinin boğazına dayamış bıçağı
bütün hasılatı istemiş. Yetmemiş teybi de sökmüşler. Ah bu adamlar bana düşecekti
ki gösterecektim onlara. Ama hırsızlar da kurbanlarını seçiyorlar kardeşim. Bak
yirmi üç yıldır şoförüm. Genelde de gece çalışırım. Tek bir defa başıma gelmedi
böyle bir şey. Neme lazım araba da bulunduracaksın her zaman, sıkı ıslatılmış
bir sopa birde bursa çakısı. Ne olur ne olmaz, dünya hali.” Artık yumruk
atmamak için zor tutuyorum kendimi. Keşke spor ayakkabılarımı giyseydim. “Tabi
abi.” dedim. Adam tam başka bir konuya daha girecekken “Abi benzin istasyonu
demiştim.” dedim. “Ha, o köşeyi dönünce
bir tane var.” dedi. E be Allah’ın salağı desene evvelce! Yirmi sekiz dakikadır
anlattın da anlattın ne kadar üçüncü sayfa haberi varsa. “Eyvallah!” deyip
cevap vermesine dahi zaman bırakmadan dediği köşeye yöneldim. Ayağımda parmak
arası terliklerin çıkardığı sesler beynime vurmaya başlamıştı ve dahası her
yağmur damlasında biraz daha ayılıyordum. Köşeyi döndüm yeşil ışıklarla bezeli
bir istasyon gördüm. Markete girdim. Alkol dolabına yöneldim. Ortalarda pek
kimseler görünmüyordu. Dolaptan altılı bir paketi alıp kasaya yöneldim. Yine
kimsecikler yoktu. Seslenmeye başladım. “Pardon, kimse var mı?” cevap yoktu.
Dışarıda da kimseyi gördüğümü hatırlamıyorum. Ne iş? Biraz ortalıkta dolandım.
Yan tarafta büro gibi bir bölme vardı. İçeri girdim. Kanepeye uzanmış yatan bir
adam gördüm, yirmi beşlerinde… Usulca seslendim “Pardon!” Adam toparlandı
yataktan. Bu defa olmaz deyip hemen lafa girdim. Malum taksici de yirmi sekiz
dakikamı üçüncü sayfa haberleriyle çalmıştı. “Ben bira aldım da ödemesini
yapacaktım.” dedim. Uykudan yeni uyanmış adam.“A, tabi.” dedi. Kasaya geçtik.
Ücreti ödeyip geri yola koyuldum. Taksiciyle de tekrar görüşmemek için
güzergâhımı değiştirdim. Ne demekti kardeşim katilim! Ne demek? Bir birayı
paketten sıyırıp kafaya diktim. O vakit, terliklerimin çıkardığı ses dahi güzel
gelmeye başladı. Usul usul boş sokaklarda yürürken anladım gecenin en güzel
saatleri bunlar. Hemen bütün sokaklar boş. Tek çıt yok. Dahası gündelik
koşuşturmadan eser yok. Saat, 04.53 hala içimdeki huzursuzluğun sebebini bulmuş
değilim. Kaç bira oldu? Ne önemi var. Sokaklarda yürürken insan her şeyi
düşünebiliyor. Mesela, neden kediler bu kadar özgür? Çünkü çalışmaları
gerekmiyor çünkü kız arkadaşlarından ayrılmıyorlar çünkü doyduktan sonra
mutlular. Ne önemi var. Bende de iş yok, bende de kız arkadaş yok. Peki ben
neden mutsuzum? Tekrar aynı soruya döndük. Yolda yürümekten yorulup bir banka
çöktüm. Elimde bira on altı dakikadır yürüyordum. Sevdim bu ambiyansı. Bir de
galiba içtiğim biraların yorgunluğu bastırdı. Banka çöktüm yeni bir bira açtım.
Yavaş yavaş içiyorken banka boylu boyunca uzanıp sızmışım. Birilerinin
dürtmesiyle uyandım. Daha yirmi yaşına girmemiş eli yüzü kir içinde bir kaç
tane tinerci, para istiyorlardı benden.
Üzerimde pek para kalmamıştı, birkaç ufaklıktan başka. Onları çocuklara
uzattım. Yüzüme fırlattılar. “Dalga mı geçiyorsun sen bizimle!” dediler.
Ayağımdaki parmak arası terliğe değdi gözlerim. Çocuklar tekrar, “Bize gerçek
para ver yoksa seni öldürürüz.” dediler. Sahi öldürürler miydi beni, param yok
diye? Daha ben bunları düşünedurayım çocuklardan biri işin ciddiyetini
göstermek için cebinden çakısını çıkarıp boynuma dayadı. Soğuk bir metalin
bende yarattığı korku müthişti. Ama yapacak bir şey yok. Kaçmak şansımı daha
çıkarken kaybetmiştim parmak arası terliklerimi giyerek. Cebimdeki bütün parayı
da biraya vermiştim. Eğer bu çocuklar bu konuda ciddilerse öldürülecektim.
Bende ayağa kalktım bir hayvan içgüdüsüyle. Onlardan daha büyük görünürsem
belki korkuturdum. Hem böyle süt çocuğu gibi konuşmayı bıraksam iyi olacak.
Diklenmeye başladım. “Ne var lan! Para yok dedik defolun gidin ağzınızı
burnunuzu kırmadan!” dedim. O aslan gibi böğüren çocuk haramiler kediye döndü.
“Tamam abi ya ne kızıyon. Bozukları da versen yeter.” deyip uzaklaştılar. Bir
bira daha açtım. Tıslamanın akabinde düşündüğüm şey bu güdünün tam yerinde
nasıl geldiğiydi. Çünkü ben ezik konuştukça onlar daha da sertleşiyorlardı.
Kendi katillerimi kendim yaratıyordum bir yerde. Hayvanlar âleminde
yaşadığımızın en açık örneğiydi de bu. Bağırarak, cüsseyle bir sürü kavga
kazanılabilirdi. Nitekim kazandım. Hayattayım. Ne hayat ama! Tekrar bir yudum
aldım. Özgüvenim birkaç dakikalığına
şahlanmıştı. Ve bu özgüven tam da o dakika da gelmeseydi yarın taksicinin başka
birilerine anlatacağı bir öykünün kahramanı olacaktım. Olamazdım. Çünkü canım
çok sıkkındı. Ve bir sürü nedeni vardı. Elimde bira eve döndüm. Terlikleri
çıkarırken yine aynı düşünce geldi aklıma. Ne demek kardeşim, katilim! Ne
demek? Yatağa uzandım, sızmışım. Çalan telefona uyandım. Saat, 09.43.
Kız arkadaşım ”Gitmeye hazır mısın?” dedi.
“Evet. Artık hazırım.” dedim.
*:Leonard Cohen’in Famous Blue Raincoat şarkısından bir cümle: How can i tell you my brother, my killer! How can i possible say?
Kız arkadaşım ”Gitmeye hazır mısın?” dedi.
“Evet. Artık hazırım.” dedim.
*:Leonard Cohen’in Famous Blue Raincoat şarkısından bir cümle: How can i tell you my brother, my killer! How can i possible say?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder